Ve beklenen oldu... şehre tam alıştım başka yere gidişe doğru yolculuğum başlıyor.
Valla yalan yok zorlandım. Havası olsun yemekleri olsun karışıklığı çarpıklığı eskiliği fakirliği olsun beni bir güzel çarptı başta. Biliyordum zamanla geçeceğine acılı da olsa alışacağımı adım gibi biliyordum. Daha önce de benzer şeyler yaşamıştım. İnsan 2. Günden dönmeyi düşünüyor cidden. Ne işim var burada diyor. Allahım o kadar eleştirdiğim ülkem şehrim ne güzelmiş ya aslında diyor :) Eskiden küçükken yani- tamam lise diyeyim ama ilk yurtdışı yalnız çıkışlarım :) annemi arardım ağlaya ağlaya dönmek istiyorum derdim ilk günden :) o da hayır efendim kal orada birşey olmaz geçer derdi kendisi baya üzülse de. Şimdi artık büyüdüm ya duygularımı paylaşma ihtiyacım oluyor tabiki ama işte arkadaşlarımla paylaşıyorum da kendimle dalga geçiyorum bir nevi, içimden gelirse sosyal medyada insanlarla falan. Ha yine insanın kendi yaşıyor ne yaşıyorsa onu da bir kendi biliyor. En azından açıkça kendime söylemiş ve yaşadığım şeyi kaçmadan yaşamayı öğreniyorum.
Böyle düşününce aslında öyle çok basit ve kolay olmayan bir şey yaptığımı yine bir challenge a kendimi attığımı fark ediyorum. Bunu bana Canım arkadaşım Pınarcım -Pınar Üstün- :) hep Ironman yaparken derdi, Nazlı içinde olduğun ortamdan dolayı yaptığın şeyin farkında değilsin ama gerçekten zor, önemli, ciddi ve takdir edilesi, ilham alınası diye. Hakkaten dışarıdan, biraz yukarı çıkınca kuşbakışı bakınca öyle, insan içinde unutuyor. Şimdi de bunu hatırladım. Yaptığım şey çok basit geliyor belki bana yani herkes yapıyor yolda görüyorum ben niye abartıyorum ki heyecanlanayım zorlanayım ki diye hatta belki çoğunuz için ohh geziyor ne güzel bir çoğunuzun da hayali ama her güzel şeyin bir bedeli arka tarafta bazı zorlukları oluyor. Burası yalnız bir kadın olarak gezmek için çok güvenli, ama içimdeki korkular ve insanlara güvenmeme duygusu ile yüzleşebiliyorum ara ara. Fiziksel olarak o kadar yabancı hissediyorum ki sarışın, beyaz turistleri gördükçe rahatlıyorum. Ne saçma işte ama egolar değer yargıları...Halbuki kimsenin umrunda değil en fazla taksiciler ve tuktukcular laf atıyor “Abla gideceğim yere götürelim” şeklinde onlara da hayır diyerek geçiyorsun. Ben böyle hissettikçe hikaye inadına bak fark et diye bana iyilikle, iyi niyetle yaklaşan insanları kavrşıma çıkarıyor ya ah işte o anlar cidden içimde birşeyler çıtırdıyor... Selin’in bana yazdığı gibi o aralıkları çiçekle doldurmak için gözyaşlarım adeta toprağı suluyor.
Bu bir küçük çocuk oluyor sokakta bana gülen, bir polis oluyor yanlış durakta durduğumu söyleyen, ilk gün otobüsü bulmama yardım eden, benimle bekleyen ineceğim yeri gösteren kader ortağım bir adam, ineceğim durağı unutmayıp gösterim biletçiler veya omzuma dokunup yer gösterip oturmamı isteyen biletçiler, elimde su şisesi çöp ararken ingilizce bilmese de eliyle bir çöp gösteren yaşlı satıcı teyzeler... Hal böyle olunca ben çatırdıkça zaten rahatlıyorum, alışıyorum, kabul edip tadını çıkarmaya başlıyorum. Burada yaşamaya başlıyorum. Güzel yemek yerleri arıyorum, canımın istediği yeri gezip istemediğini gitmiyorum, saatlerce hostelde klimalı odada rahat yatağımda uyuyorum, dinleniyorum veya uykum kaçıyor bütün gece ve az uyku ile dinç uyanıp sabahın köründe Kamboçya’da napsam nereye gitsem nasıl rotam olsa biraz dinlensem mi neye ihtiyacım var diye internette geziniyorum, bir gün önce beğendiğim kafeye tekrar gelip böyle boş boş oturup bu satırları yazıyorum.
Fark ediyorum ki evden çok farklı olmamaya başlıyor. Bunu da Melis demişti orada kendi rahatını buldukça zaten alışıyorsun yola... yolda olmak böyle birşey, evet süper plansız olamıyorum çünkü ben önceden planlamayı kafa yormayı seviyormuşum ama kendi yolumu arayıp bulma çabasında oluyorum.. veya her sokak yemeğini, böceğini, değişik şeyleri tatmıyorum ama çok hoşuma giden lezzetleri de kendim keşfediyorum. Bu da yetiyor ama keşfetme ihtiyacı isteği bitmiyor o yüzden bir şehir bitiyor başla şehir hatta ülke başlıyor :) Eda’nın bana tam yola çıkmadan yazdığı şeyleri de hep hatırlıyorum ve sanırım yolun kalanında da işime çok yarayacak: zaman tanı şehre, geç olması hiç olmamasından iyidir.
Fark ediyorum ki evden çok farklı olmamaya başlıyor. Bunu da Melis demişti orada kendi rahatını buldukça zaten alışıyorsun yola... yolda olmak böyle birşey, evet süper plansız olamıyorum çünkü ben önceden planlamayı kafa yormayı seviyormuşum ama kendi yolumu arayıp bulma çabasında oluyorum.. veya her sokak yemeğini, böceğini, değişik şeyleri tatmıyorum ama çok hoşuma giden lezzetleri de kendim keşfediyorum. Bu da yetiyor ama keşfetme ihtiyacı isteği bitmiyor o yüzden bir şehir bitiyor başla şehir hatta ülke başlıyor :) Eda’nın bana tam yola çıkmadan yazdığı şeyleri de hep hatırlıyorum ve sanırım yolun kalanında da işime çok yarayacak: zaman tanı şehre, geç olması hiç olmamasından iyidir.
Bir de Işılay’ın geçen gün bir paylaşımını gördüm onunla bitirmek güzel olacak belki sizlere de iyi gelir:
“Hiç bi söz, olay, acı, ilk anki ve ilk günki sıcaklığında kalmaz. Biraz soğumasını bekle. Büyük hatalar hep o ilk telaşla yapılır..”
Çevremdeki güzel insanlar iyi ki varsınız iyi ki paylaşıyorsunuz, paylaşıyoruz çok kıymetli çok iyi geliyor sağolun 🙏🏻❤️