5 Aralık 2017 Salı

Bangkok’a zaman tanıdım, rengarenk yüzünü gördüm...

Ve beklenen oldu... şehre tam alıştım başka yere gidişe doğru yolculuğum başlıyor.
Valla yalan yok zorlandım. Havası olsun yemekleri olsun karışıklığı çarpıklığı eskiliği fakirliği olsun beni bir güzel çarptı başta. Biliyordum zamanla geçeceğine acılı da olsa alışacağımı adım gibi biliyordum. Daha önce de benzer şeyler yaşamıştım. İnsan 2. Günden dönmeyi düşünüyor cidden. Ne işim var burada diyor. Allahım o kadar eleştirdiğim ülkem şehrim ne güzelmiş ya aslında diyor :) Eskiden küçükken yani- tamam lise diyeyim ama ilk yurtdışı yalnız çıkışlarım :) annemi arardım ağlaya ağlaya dönmek istiyorum derdim ilk günden :) o da hayır efendim kal orada birşey olmaz geçer derdi kendisi baya üzülse de. Şimdi artık büyüdüm ya duygularımı paylaşma ihtiyacım oluyor tabiki ama işte arkadaşlarımla paylaşıyorum da kendimle dalga geçiyorum bir nevi, içimden gelirse sosyal medyada insanlarla falan. Ha yine insanın kendi yaşıyor ne yaşıyorsa onu da bir kendi biliyor. En azından açıkça kendime söylemiş ve yaşadığım şeyi kaçmadan yaşamayı öğreniyorum. 

Böyle düşününce aslında öyle çok basit ve kolay olmayan bir şey yaptığımı yine bir challenge a kendimi attığımı fark ediyorum. Bunu bana Canım arkadaşım Pınarcım -Pınar Üstün- :) hep Ironman yaparken derdi, Nazlı içinde olduğun ortamdan dolayı yaptığın şeyin farkında değilsin ama gerçekten zor, önemli, ciddi ve takdir edilesi, ilham alınası diye. Hakkaten dışarıdan, biraz yukarı çıkınca kuşbakışı bakınca öyle, insan içinde unutuyor. Şimdi de bunu hatırladım. Yaptığım şey çok basit geliyor belki bana yani herkes yapıyor yolda görüyorum ben niye abartıyorum ki heyecanlanayım zorlanayım ki diye hatta belki çoğunuz için ohh geziyor ne güzel bir çoğunuzun da hayali ama her güzel şeyin bir bedeli arka tarafta bazı zorlukları oluyor. Burası yalnız bir kadın olarak gezmek için çok güvenli, ama içimdeki korkular ve insanlara güvenmeme duygusu ile yüzleşebiliyorum ara ara. Fiziksel olarak o kadar yabancı hissediyorum ki sarışın, beyaz turistleri gördükçe rahatlıyorum. Ne saçma işte ama egolar değer yargıları...Halbuki kimsenin umrunda değil en fazla taksiciler ve tuktukcular laf atıyor “Abla gideceğim yere götürelim” şeklinde onlara da hayır diyerek geçiyorsun. Ben böyle hissettikçe hikaye inadına bak fark et diye bana iyilikle, iyi niyetle yaklaşan insanları kavrşıma çıkarıyor ya ah işte o anlar cidden içimde birşeyler çıtırdıyor... Selin’in bana yazdığı gibi o aralıkları çiçekle doldurmak için gözyaşlarım adeta toprağı suluyor.

Bu bir küçük çocuk oluyor sokakta bana gülen, bir polis oluyor yanlış durakta durduğumu söyleyen, ilk gün otobüsü bulmama yardım eden, benimle bekleyen ineceğim yeri gösteren kader ortağım bir adam, ineceğim durağı unutmayıp gösterim biletçiler veya omzuma dokunup yer gösterip oturmamı isteyen biletçiler, elimde su şisesi çöp ararken ingilizce bilmese de eliyle bir çöp gösteren yaşlı satıcı teyzeler... Hal böyle olunca ben çatırdıkça zaten rahatlıyorum, alışıyorum, kabul edip tadını çıkarmaya başlıyorum. Burada yaşamaya başlıyorum. Güzel yemek yerleri arıyorum, canımın istediği yeri gezip istemediğini gitmiyorum, saatlerce hostelde klimalı odada rahat yatağımda uyuyorum, dinleniyorum veya uykum kaçıyor bütün gece ve az uyku ile dinç uyanıp sabahın köründe Kamboçya’da napsam nereye gitsem nasıl rotam olsa biraz dinlensem mi neye ihtiyacım var diye internette geziniyorum, bir gün önce beğendiğim kafeye tekrar gelip böyle boş boş oturup bu satırları yazıyorum. 

Fark ediyorum ki evden çok farklı olmamaya başlıyor. Bunu da Melis demişti orada kendi rahatını buldukça zaten alışıyorsun yola... yolda olmak böyle birşey, evet süper plansız olamıyorum çünkü ben önceden planlamayı kafa yormayı seviyormuşum ama kendi yolumu arayıp bulma çabasında oluyorum.. veya her sokak yemeğini, böceğini, değişik şeyleri tatmıyorum ama çok hoşuma giden lezzetleri de kendim keşfediyorum. Bu da yetiyor ama keşfetme ihtiyacı isteği bitmiyor o yüzden bir şehir bitiyor başla şehir hatta ülke başlıyor :)  Eda’nın bana tam yola çıkmadan yazdığı şeyleri de hep hatırlıyorum ve sanırım yolun kalanında da işime çok yarayacak: zaman tanı şehre, geç olması hiç olmamasından iyidir. 
Bir de Işılay’ın geçen gün bir paylaşımını gördüm onunla bitirmek güzel olacak belki sizlere de iyi gelir:

“Hiç bi söz, olay, acı, ilk anki ve ilk günki sıcaklığında kalmaz. Biraz soğumasını bekle. Büyük hatalar hep o ilk telaşla yapılır..”

Çevremdeki güzel insanlar iyi ki varsınız iyi ki paylaşıyorsunuz, paylaşıyoruz çok kıymetli çok iyi geliyor sağolun 🙏🏻❤️ 

24 Kasım 2017 Cuma

8 haftalık yol arayış boşluk -artık ne derseniz- sonrası...

Bir sayayım dedim de 56 gün olmuş..

İşe gitmeyeli
Outlook bakmayalı :)
MR atıp toplantı set etmeyeli :)
Bir desktopa sahip olmayalı
Deadlinelı işler yapmayalı
Sıkılıp abur cubura sarmayalı
Ay başı maaş almayalı
Dışarıda öğle yemeği sonrası işe dönmenin zorluğunu yaşamayalı
Anlamsız işler yapmayalı
Anlamlı keyifli üretimler yapıp eğlenmeyeli de tabii güzel tarafları da unutmayalım :)

Daha saysam çok şey çıkar ama çok uzun tutasım da yok hani

Yukarıda saydığım hayatımda 8 haftadır olmayan şeylerin yerine bu sürede ne koydum diye baktım da..

Koca bir boşluk.. içini bir çok şeyle doldurdum, doydum taştım.
O kadar doldurmuşum ki yeniden boşluğa ihtiyacım var diyorum.

Her şey çok mu güzeldi kolaydı? Hayır tabiki hiç aklıma gelmeyecek zorluklar, düşüncelerimin, duygularımın baskıları da oldu. İnsan böyle, hep derlerdi şimdi anladım, nereye gitse kendini götürüyorsun baya baya.. bir yandan değişip dönüşse de senelerin birikimi var yani.

Mesela ilk hafta sıkıntıdan patladım Bodrum’da, 2 sayfa bile kitap okumayacak kadar. Orada olan sevgili arkadaşım Fatma bana "Sıkı can iyidir derler" demişti şimdi anlıyorum ve hep hatırlıyorum. Sıkılmak da lazım arada

2-5. Haftalar Fransa ve İtalya'nın sahil şeridinde gezmekle geçti dolu dolu :) öyle bir yoruldum ki valla 3-6 ay gezen hatta senelerce gezenleri takdir ettim. Bana bu kadarı yetti. Konfor alanı dediğin şeyi bırakıyorsun ve bazen ne işim var da diyorsun. En büyük düşüş de sağlıkta sıkıntı oldu mu oluyor. Sanıyorsun ki her şey çok güzel olacak :) yani evet her şey yolunda olmayabilir ama yine de güzel işte yaa diyorsun daa sağlık tökezledi mi işte orada insan cidden bütün ipleri bırakıp teslim oluyor. Durması gerekiyorsa duruyor, dinlenmekse dinlenmek, yemekse yemek, ne gerekiyorsa. Ha bir de maddi durum var tabii :) zihni sinir durum :) düşün düşün dur düşün düşün dur sonra ehhh yeter de geç sonra tekrar :)

Ama olsun böyle olsun deneyim olsun yeter ki diyorsun en sonunda. Her şeyi yaşıyorsun tam kelimenin anlamıyla içinden geçerek. Kaçmayarak - çünkü kaçacak yerin yok- ama cidden kaçmayarak. Ortasında kalıp yaşayarak ..

Sonrasında tabi daha farklı bir haldesin, artık doymuş ve yorgun bir şekilde yola devam ediyorsun planlamışım ya işte.. nereden bileceksin bu kadar durma, boşluk, dinlenme ihtiyacının olacağını. O yüzden 6.hafta geliyor ailemle Barcelona turist kafası, en son zorla girdiğim Picasso müzesindeki eserleri gördükçe hayatımda ilk defa böyle bir şey yaşıyordum; midem bulanıyordu... gezemedim düşünün... yeterr ya yeni bir şey görmek duymak istemiyorum dercesinee

7.hafta yani uçağa gidesim, eşya hazırlayasım, başkaları ile ortak wc-duş ve oda paylaşasım - cidden insanın kendi evi, tuvaleti, banyosu olması çok kıymetliymiş :) - hiiiç yokken, caaaanım Londra beni sardı sarmaladı olduğum halimle adeta bir anne şevkati gibi... gel dedi Mevlana gibi ne olursan ol gel dedi :) al sana boşluk, bırak herşeyi, sadece burada ol, yürü, bak, gör, hisset dedi.. ben de böylece kendimle buluştum hiç bir hedef amaç vs olmadan sokaklarda dolaştım arkadaşlarımla eğlendim.

8.hafta ise İstanbul a dönüp bir nebze uzun kaldığım hafta oldu. Önce hastalanıp bolca dinlenip, sonra alışıp boşluğa yavaş yavaş kendimle, sevdiklerimle, sağlıkla, gündelik basit işlerle, yemek yaratmakla :) bilgi ve öğrenme ile doldurmam başladı. Şimdi ise öyle yazasım paylaşasım geldi boşluktan :) 

Yolda o boşluğu doldurduğum ve bir ömür de orada olmasını istediğim en kıymetli şey insanlarla kalpten, saf iletişim oldu. Ne çok ihtiyacımız varmış ona... fark etmiyormuş Amerikalı Asyalı Avrupalı Türk.. 2 çift laf, gülmek, selamlaşmak, gerçekten içten, samimi, kalpten paylaşılan anlar... ya aslında hepimizin derdi de aynıymış o kadar farklı da olsak diyip yolda karşılamak var ya işte o ne bir müzedeki tabloya, ne bir 5 yıldızlı restorandaki yemeğe ne de görülecek x yere benzer... işte onların o boşluktan hiç çıkmasını istemiyorum.. ben unuttukça onu hatırlayayım...

ha bir de şu doğa var ya işte o hep olsun.. deniz, bulutlar, ağaçlar, hayvanlar, hele ki martılar, kuşlar, gün doğumu, güzel gün batımları, herkesin beraber izlediği o gün batımları ah ah...Ayın her hali.. en çok da bu ara olan şuan yazarken karşımda batan, azcık kendini gösterip ve hızlıca giden yeni ay gibi yenilik dolu olan hali.. onlar da hep olsunlar o boşlukta...

Sevdiklerim ise aslında hep varlarmış.. sohbetlere doyamadığım, geldim diye sürekli bir şekilde plan yapma çabasında olup görüşmek istediğim, beni keyifle dinleyen, keyifle dinlediğim, benimle deneyimlerini, hayatını paylaşan, bana çok şey öğreten, enerjileri iyi gelen, tadı damağımda kalan buluşmaları zorla sonlandırdığım, bir telefon konuşması dahi olsa iyi gelen, her kaprisimi çeken özellikle de ailem :) çevremdeki o güzel, tatlı insanlar, dostlar var ya siz de hep olun... beraber olalım

Bir de ne gördüm şu son 2 günde...
Dünyanın bir ucuna gitmek değilmiş olay
Beşiktaş'taki simitçi ile sohbet etmek, motorda martıları, o anda olup onların gözlerinin içine baka baka beslemek, güneşi biraz yürüyerek en kralından aynı milletten olduğun insanlarla da batırmak, olduğun, doğduğun, büyüdüğün, yaşayadığın yerde de mümkünmüş... sen bu halde OLdukça, her yer aslında aynıymış...

Bakalım ilerleyen haftalar neler getirecek ama tek dileğim şimdiye kadar koyduklarım benimle olsun hep... 

Son olarak o uzun tatil dönüşü, o boşluğa koyduğum ufak bir şey de her sabah içimden geldiği şekilde dua etmek oldu. Önce kendime, sonra bedenime sonra dünyaya.. gittim gördüm görüyorum ve fark ediyorum ki yaşadığımız Dünya çok güzel bir yer, yaşamak çok güzel, her şey olduğu hali ile tam, anlamlı ve güzel ve bir yandan da her şey geçici iyi de kötü de her türlü ikilik, zıtlık da olsa hepsini kucaklayacağım bir gün olsun demek.. 


** Ufak eklemeler: 2 gündür Instagram kullanmıyorum iyi geldi bir süre ara boşluk iyidir kafası ile, sabah 1 set de olsa Güneşi selamlama - surya namaskar- yapıyorum kısa duam sonrası iyi geldi, ha bir de Naciye ile Nice'de batırmaya başladıktan beri, gün batımlarını izledikten sonra mümkünse güneşe bye bye gene gel şekilde el sallıyorum , hatta yanımda biri varsa onu da motive ediyorum :D iyi geldi :)son olarak olur da sabah duasını unutursam uyandığımda, aklıma bir şekilde geliyor gün içinde ve geldiği an duamı ediyorum o da iyi geldi böylece bir standardı bir zorunluluğu olmuyor zaten içten geliyor :)

3 Kasım 2017 Cuma

Sevgiyi hatırlayan insan olmak

Geldiğimden beri düşünüp duruyorum. Neler yaşadığımı, neler yaptığımı şu geçtiğim günlerde. Bazılarını bir telefon konuşmasında sevdiğim insanlarla paylaşıyorum, bazılarını resimlere, attığım postlara bakarak hatırlıyorum. Birşeyler yazdıysam tekrar okuyorum. İnsan unutuyor çünkü. Bu ara sık sık düşünüyorum ve yolda da olsam işim gücüm olmasa da birkaç gün önce ne yaşadığımı unuttuğumu fark ediyorum. O yüzden neyi nasıl paylaşmalı nasıl yazmalı diye düşünüp duruyorum. Bunu hala düşünmeye devam ederken :) günlerin fiziksel, duygusal, ruhsal yorgunluğunu, doyumunu sindirmek, dinlenmek ve durmak için evde otururken karşıma Yoga hocam Berivan sayesinde tanıdığımız, dinleme şansı yakaladığımız ve bugün de sosyal medyadan paylaştığı ve benim de kendi Facebook umda paylaştığım Küresel Sistemde İnsan Kalmak kitabının yazarı psikiyatr ve psikoterapist çok sevgili Erdoğan Çalak’ın röportajına denk geldim. 

Bir kısmının paylaşıldığı bu yazıyı  (link: http://hthayat.haberturk.com/yasam/roportajlar/haber/1055652-kuresel-sistemde-insan-kalmak) ağlayarak okudum (e tabii yorgunluk da var :)) gerçekten, özellikle yolda, sürekli üzerine düşündüğüm gestalt yolunda da benzer şeyleri çalıştığım, küresel sistem, para, tüketim, sevgi, aile, anne-baba olmak, çocuk sahibi olmak, toplumun değerleri vs benim değerlerim, insan olmak, anlam arayışı gibi konularla tekrar ve onun bakış açısından karşılaşmak iyi geldi, rahatlattı.

O kadar kaptırıp gidiyor ki insan fark etmiyor. Korkuları, kaygıları nereye giderse gitsin peşinden geliyor. Gerçekten ihtiyacı olmayan şeyler yüzünden belki de fark etmeden kendini yoruyor, üzüyor. Unutuyor çünkü aslında nasıl sevdiğini, önce kendini sonra başkalarını. Dünyanın sevgi, bolluk ve bereket dolu çok güzel bir yer olduğunu. İçinde nasıl bir sevme potansiyeline sahip olduğunu, ufacık bir iletişim, bir gülücük, bir Merhaba-Ciao-Hello-Hi-Salut, bir el sallama ile hiçbir maddi şeyin ona hissettiremeyeceği sevgiyi yaşayıp keyif alıp kendini ve bütünlüğü hissedebileceğini unutuyor.


Ben de şuan hatırlamak için bu resim ile bu yazıyı paylaşıyorum. İsmini bilmediğim bu küçük tatlı Hintli çocuk,  Esin ile Roma’da İspanyol merdivenlerinde oturduğumuz akşam ailesi ile yanımızdaydı. Baya bir süre fark etmedim, kalkarken gördüm onu. El salladım gülümsedim o da güldü el salladı. Ben devam ettim yüz hareketlerimle şebeklik yapmaya o da gülmeye :) sonra gözlüklerini taktı ben de hemen benimkileri çıkardım taktım. O hali ile bana öpücük attı ben de öpücük attım :) bu sırada ailesi de Esin de eğlenip gülüyorlardı :) sonra gel gel dedim foto çekilelim geldi yanıma bu selfiemizi çektik. Giderken el salladı öpücük attı gene ve baş parmağımı kaldırıp ok 👍 işareti yaptı gitti. En son indiğinde merdivenlerden bize bakınıyordu biz de el salladık tekrar hey buradayız dercesine o da el sallaya sallaya gülerek gitti... dünyanın ve insan olmanın böyle güzel olduğu, aslında sevgi dolu olduğumuz ve paylaştıkça bize iyi geldiğini bildiğimiz, bunu deneyimlediğimiz anları unutmamak hep hatırlamak ve böyle anları çoğaltmak niyetiyle...❤️🙏🏻

6 Ekim 2017 Cuma

Boşluktan gelenler...

Hayatımda ilk defa sabit bir evim, bir şehrim, bir ülkem yokmuş gibi hissediyorum bu sabah... 

Düşünüyorum nerede oturmak, olmak, zaman geçirmek, uyumak en iyi gelen, aslında bir çok yer ayrı ayrı iyi geliyor ama kendimi pek de ait hissetmiyorum. Bağlanmış hissetmiyorum. 
Bir evim var az önce uçakla inişe geçerken görüp heyecanlandığım, her şeyi yeniden kurup yerleştiğim ama yeni olması veya yola çıkmadan önce az zaman geçireceğimden herhalde çok sevmeme rağmen oraya da tam aidim diyemiyorum. İstanbul var bana çok şey öğreten, 10 senede büyüdüğüm, tepeden bakması, oradan buradan şuradan her türlü bakması keyifli, başka hiç bir yere benzetemediğim, en güzel zamanlarımı geçirdiğim ama yorucu, kalabalık bazen de insanın üstüne gelen, onu üzen İstanbul var. Canım ailem var her an her şekilde yanımda olan çok şükür ki. Sevdiklerim var, arkadaşlarım var bana ilham olan, beni destekleyen, cesaretlendiren, bana değer veren ve çoook sevdiğim. Zaman geçirdikçe ayrılması zorlaşan, sohbetin tadı damağımda kalan yine tekrar tekrar uzun uzun görüşmek istediğim güzel insanlarla dolmuş etrafım çok şanslıyım ki. Yine de içimde tarifi zor bir şey sanki her şey gelip geçici diyor bir yandan bir o kadar da kalıcı, derinden, etkileyici ve sevgi dolu olduğunu hissettirirken.

Nedendir bu hal acaba diye düşünüyorum sorgulamadan, yargılamadan iyi kötü ay noluyor demeden anlamak adına. Herhalde insanın zihni, ruhu ve belki farkında olmadan bedeni, onu yola hazırlamak için çalışıyor. Durmayı, yavaşlamayı, boşlukta kalmayı bilemezken, o hal ile kaldıkça boşluğun bile bir anlamı, inişleri çıkışları, duyguları olduğunu fark ediyor. Son 1-2 aydır yaşadığım bir şey de iyi geliyor bana, bu hazırlığın bir parçası olsa gerek: Ne yarını deli gibi planlayabiliyorum, ne geçmişe çok derin dalabiliyorum. İçimdeki bir şey beni sürekli "Hadi An'a gel" dercesine kolumdan tutup şimdiye çekiyor. İlla ki planlar yapıyor insan ama bazen bir yere yazıp, birşey okuyup favorilere kaydedip veya bir otele rezervasyon yapıp unutuyorum. Yarını yarın düşünürsün diyorum. Ya da geçmiş travmalarını çalışıyor bir yandan, sorguluyor neden böyle oldu niye böyle diye ama orada çok kalası gelmiyor; geleni yaşıyor ve geçiyor.

Bu hazırlıklar arka planda çalışırken kaygılar, korkular yok mu, var elbet olmaz mı. Mesela şu an uçarken aklıma geliyor ya ben Tayland'da 1 ay tek başına ne yapacağım yahu? Ya yapamazsam ya olmazsa ya ne biliyim işte derken, çok şükür ki diğer taraf yahuu saçmalama nolacak neyi yapamayacaksın, en kötü nolabilir atlar uçağa dönersin diyorum sonra bir ohhh evet ya doğru diyorum bulutlara bakıp huzurla doluyorum. Bunları yazıp akıtayım ki tanımlamış olayım, yaşayayım özgürce, rahatlayayım, nelerden geçtim önce kendimle sonra insanlarla paylaşayım diyorum ve başlıyorum işte bu satırlara.

Göçebe miyim turist miyim kaşif mi gezgin mi bilmiyorum, deli mi çılgın mı rahat mı batmış :) anda mıyım boşlukta mı araf dedikleri bu mu yoksa tamamen öylesine gelip geçici mi onu da bilmiyorum. Bildiğim şey bu dönemim böyle bir dönem ve ne geliyorsa öyle yaşama niyetinin ve çabasının anlamlı olması, öyle böyle şöyle, iyi kötü, zor kolay, keyifli keyifsiz diye tanımlamadan. Uçağın kanatlarını gere gere bulutların içinden geçişi, sallansa da o boşlukta bulutların arasında ilerleyebilişi, bulutlardan çıktıkça, ufku açıldıkça, yükseldikçe de güneşle ayın ışığında yol alışı gibi... 



14 Eylül 2017 Perşembe

Düşmek, kırılmak ve yeniden başlamak...

Yere düştüğün an ile yere düşeceğini fark ettiğin an arasında insan bir saniyeden daha da az bir süre olsa "sanırım her şey bitiyor su an" der başından aşağı kaynar sular dökülmüş de yanıyor gibi... oysa ki olan sadece bir bisiklet kazasıdır ve sonucunda çok şükür ucuz atlatmışındır ve omuz kemiğini kırmışsındır.. o an bunları bilemezsin tabii.. kendine gelmeye ayağa kalkmaya çalışırsın...kalktığında başın döner miden bulanır hemen yere oturursun durursun yavaş yavaş ayaklanmaya çalışırsın... Allahtan çok şanslısındır etrafında arkadaşların sana yardım edecek birileri vardır... hemen doktora gidersin, hep şanslı olacak değilsin ya doktor röntgeni anlamaz buz koy geçer, kolluk tak der postalar...eve gidip yalnız kaldığında önce üzülürsün... tam da su triatlon denen şeye yeni alışmıştım bisikleti sevmiştim çok güzel biniyordum formda gibiydim.. e bir yandan 2 ay sonra Likya yolu yürüyüşü vardı nolcak diye diye üzülürsün...yeterince üzüldükten sonra şükretmeye en kötüsü böyle olsun bu da geçecek iyileşeceksin demeye başlarsın kendi kendini... ve en son kendi durumuna alışmak kabullenmek için kolluğuna triatlon sembolleri yapıp "Now Recovery Time" yazarak durumunla eğlenirsin :) 




Sonraki günlerde hayat bir daha önemli sen biraz daha kıymetli bir yandan da farkında olduğun için insanları en yakınlarındaki daha iyi gözlemlemeye ilişkilerini değerlendirmeye başlarsın..omzum acırken ve hiçbir şey yapamazken herkesin yarışa gidip eğlenmesi koyar mi koyar... çünkü çocuk gibisindir çok da kırılgan... ha o sırada hayatında baştan sonra değişiyordur işini değiştiriyorsundur falan böyle şeyler hep öyle dönemlere denk gelir ya.. ama yine de sen o ağrınla acınla yola devam edersin.. biraz dinlendikten sonra hayalin olan şeyleri yapmak için yola yavaş da olsa tek omuzla da olsa devam edersin.. gider koşu bandında yürürsün Likya'ya kadar iyileşeceğini umut ederek... sonra o omzun kırık olduğunu bilmeden arkadaşlarınla tatile de gidersin hem de Ağustos sıcağında Barcelona gibi bir yere :) dönüşte bakarsın bu acı geçmiyor hemen kendi bulduğun ve sonra başkalarının önerdiği başka bir doktora :) meğerse omuz kırıkmış hayatının ilk kırığına da merhaba demeyi öğrenirsin 26 yaşında :) 

Ama iyileşecekmiş eğer dikkat edersem... ondan sonra her sabah bazen ağlayarak bazen sinir olarak bazen inanarak o omuz hareketlerini yaparsın...yine tek kolunda çanta ile yürüyüş bandında yokuşları çıkarsın... onu bunu şunu yapamasan da yapabileceğin şeylere odaklanırsın...

Gün gelir herkesle Aydos zirve yürüyüşüne gidersin... yavaş yavaş çıkarsın o zirveye de çünkü denemeden olmayacağını ve çaba göstermenin iyi geleceğini bilirsin. Yine şanslısındır seni yolda bırakmayacak arkadaşların vardır yanında ve uğruna yürüyeceğin hayalin Likya yolları seni bekliyordur ucunda :)

İşte öyle bir fotoğraf ve içimden gelen hikayesi :) O zamandan belliymiş sanırım bazı şeyleri insan geriye donup bakınca fark ediyor :) triatlon hayatımın spor hayatımın bittiğini düşünüp aslında her şeyin yeniden başladığı bir dönemmiş meğer.. e 17 saatte ironman olmak kolay değilmiş ne de olsa böyle geçmişte yaşadığın şeylerin etkisi, birikimi, deneyimi ile oluyormuş belki de.. yere düşüp tekrar yavaş da olsa başlamayı bilmek her daim her an önemli ve kıymetli 🙏




7 Eylül 2017 Perşembe

İş hayatımın 10. yılında öğrendiğim 10 şey... :)

07 Eylül 2007.. Bir bankada MT (Management Trainee) olarak iş hayatına başladığım o gün üzerinden 10 sene geçti.. Dile kolay... Harika bir 5 sene, banka hazinesinde çalışıp, traderlık bile yapıp :) sonra daha iyi olduğunu, değişiklik olacağını düşünüp başka bir bankanın Hazine Pazarlaması Biriminde 2 seneye yakın çalışıp, Türk müşterisini, farklı sektörleri, hedefleri, rakamları, birçok şeyi, firmayı, şehri, ilçeyi :) görüp, baya bir müşteri ziyareti yapıp, kendi isteğimle, kendi kişisel gelişim yolculuğumda kariyerime 3 senedir aynı bankada Eğitim biriminde devam etmekteyim. Hoş sadece 22 günüm kaldı ve bir süre ara vermek için bu sistemden ayrılacağım ama yine de geriye dönüp baktığımda dolu dolu yaşadığım, hiç bir anından pişman olmadığım, hatasıyla başarısıyla, kararlarla, cesaretle adım attığım zamanlarımın hatırına birkaç şey paylaşmak istedim.

Hepsi benim deneyimim tabii ki, benim gördüğüm, çalıştığım, insanların, kurumların değerleri, kültürleri ama paylaşmanın önemli olduğunu, ihtiyacı olana ve bana da farkındalık olabileceğini ve başkalarının fikirleri ile benim de gelişimime, birçok şeye farklı bakmama vesile olabileceğini düşünüyorum...

Bakalım neymiş bu 10 şey :) ben de biraz akışta yazacağım, sen dili ile.. 

1- Ne iş yaptığından ziyade kimlerle çalıştığın önemli.

Bana göre çok özel donanım gerektirmeyen kurumsal hayattaki çoğu iş, kafası çalışan, isteyen herkes tarafından yapılabilir. Önemli olan uyumlu bir ekibin olması, seni dinleyen, kendini ve seni geliştiren yöneticilerin olması ve sana değer veren insanlar, kurumlar olması. Hepsini bir arada bulamayabilirsin, herşey mükemmel olmayabilir ama işler kötü gittiğinde de beraber yola devam edebilme cesaretinde olmak, ekip olmak bence çok önemli. 

2- 14-21 iş günü izinler, bayramlar vs vs yetmiyor ara verip dinlenmeye.

İzin konusu önemliymiş arkadaş :) hele iş değiştirince insan daha bir anlıyor kıymetini, azalınca günler :) Ezbere bayramları tatilleri bilmen önemli :) 3-5 günde olsa kaçışlar lazım. Ara vermek önemli. Düşünsene biz senelerce 3 ay yaz tatili yaptık. Okulda 50 dakika ders yapar 10 dakika ara verirdik. O yüzden işte de izin yapmak, ara vermek tatil yapmak ve mümkünse tek tek günleri saymadan bunu yapmak gerek. Dilerim en yakın zamanda sistem daha çok izin hakkı tanımaya başlar. 

3- 9:00-18:00 çalışma saati sınırları olmamalı

Bu kadar uzun saatlere veya belli sınırlara gerek yok iş yapmak için. Daha düzgün, daha planlı, daha kısa zamanda, daha çok iş yapılabilir. Gerekirse bazen daha uzun bile çalışabilirsin ama esnek saatler olması önemli. Yurtdışında bu tarz yapılar başladı. Bankacılıkta bir 5-10 sene daha zor gibi düşünüyorum ama olumlu gelişmeler de var umutsuz olmamak lazım :)
Biri söylemişti ve haklıydı, neredeyse dedelerimiz, ananeleriniz ve anne babalarımızla aynı sistemde çalışıyoruz yıllardır. Değişim şart.

4- İşler hiçbir zaman bitmez.

Biri söylemişti bana, fazla dert etmeyin işler hiç bitmez diye. Hakkaten de öyle. Hem iş olsun hem özel hayat bir türlü yapılacakları planları bitiremiyoruz :) Biri bitse diğeri başlıyor. Doğamız böyle demek.

5- Her zaman seni destekleyenler olmaz, çoğu zaman kendin yapacaksın, adımları atacaksın. Sonunda istediğin olmasa da en azından denedim ve olmadı, elimden geleni yaptım deme sorumluluğunun ve gücünün senin elinde olması çok kıymetli.

6- Yaptığın işlerde hep anlam arama, üzülebilirsin.
Bazen çok anlamsız şeyler yapman gerekebilir. Bazen istemezsin diretirsin ama gün sonunda yapacağın iş oysa, kabul edip, farklı bakıp fırsata çevirmeye çalış.

7- Mühendis kafanı çoğu zaman bir kenara bırakman lazım.

Sistemin ara ara iyileştirmeye, fayda sağlamaya ihtiyacı olabilir ama çoğu zaman bu sana düşmez. Özellikle endüstri mühendisi isen benim gibi :) iyileştirip optimum yapabileceğin en önemli şeyin kendin, kendi hayatın olduğunu unutma :) 
Sen yine hobi olarak içinden geliyorsa kullan mühendislik hünerilerini ama bil ki iş hayat üniversitedeki gibi değil :) ihtiyaç da yok çoğu zaman biliyor musun ben onu gördüm.

8- Kazandığın parayı kendini geliştirmek için harcama çabasında ol.

Diyelim ki ihtiyacın var ev aldın borca girdin, yine de az da olsa kendin için birşey yap. Bir eğitim olabilir, bir dil kursu olabilir, bir hobi olabilir, spor olabilir, seyahat olabilir. Yeni, farklı olan tüm deneyimler insanı geliştirir. Şunu da unutma, ne kadar çok kazanırsan o kadar çok harcıyormuşsun. Öyle bir dengesi var sistemin :) eskisi gibi birikim vs dönemi sanırım bitti. Alım gücü düştü benim zamana gelene kadar :)

9- Hatalar olur, önemli olan ders çıkarmaktır.

Korku ile yönetim insanın önce kendisine sonra da çevresine verebileceği ciddi bir zarar bana göre. İnsanlara güvenerek, hatalardan ders çıkararak, hatayı nasıl önlerizi düşünüp yola devam etmek lazım. Sonuçta hep aramızda dediğimiz şey vardır, doktor değiliz ameliyat yapmıyoruz, evet banka gibi bir kurumun birçok yerindeki bazı hatalar maddi olarak büyük zararlara sebep olabilir ve risklidir ama zaten bütün altyapılar, sistemler de bu riskleri bertaraf etmek için kurulur. Kalan hataların da sistemde yeri baya küçüktür. İnsanlar kendilerine güvenirlerse, hatalar azalır ama aman hata olacak hissi ile iş yaparlarsa hatalar bulur onları. Düşe kalka öğrenmiyor muyuz yürümeyi de :)

10- Benim için en önemlisi ve anlamlısını sona bıraktım: Ne olursa olsun kendin olarak gönlünden iletişim kur insanlarla.

İş hayatı sadece iş değil. Zamanımızın çoğu orada geçiyor. Sağlam, güvene dayalı, sen olduğun işbirliklerin olsun. Ama bunu yapmış olmak için yapma. Ekip çalışmasındasın ve ekip arkadaşların gibi düşünmeye çalış insanları, sistem sözde böyle olsa da özde herkesi bireysel değerlendirse de buna rağmen ekip olarak görmeye çalış. Böyle olunca işler daha keyifli, daha rahat yürüyor. İlla ki istisnalar olacak, anlaşamadığın, iletişim kuramadığın kişiler, zor ilerleyen işler, ekip olamadığın durumlar vs ama çoğunluğu olmasın bu. İletişim kurmak çok kıymetli bazen kırıcı da olsa üzülsen de bazen kahkahalarla da dolsa iletişim kurmayı ihmal etme insanlar. İş değiştirmek farklı kurumlar görmek bu konuda çok destekler, besler insanı. Aynı yerde aynı insanlarla bir ömür dursan, hayatın durağanlığı seni yıpratabilir. 

Gün geldiğin, bir gün ayrıldığında üzülmeye ama keyifle hatırlamaya da değer dostum dediğin insanlar ve güzel anıların olsun arkanda... 🙏🙏

Dayanamadım birşey daha geldi aklıma :) ama 11 olmasın istedim, son söz olsun genel hayata dair de olsun hatta: en zorlandığı şeyi bile, biraz durup farklı bakınca bir fırsata çevirebilir insan. Başka türlüsü her zaman mümkün, dünya birçok olasılık, fırsatla dolu bir yer 🙏🎈

28 Ağustos 2017 Pazartesi

Bir adım atıp başlamaya, giriş yapmaya dair

Bu ara sürekli bana söylenen blog aç yaz paylaş yorumlarına kulak vererek tam şuan yazmayı deniyorum. Tatildeyim sahildeyim kitabıma ara verdim dış dünya ile bağımı kestim telefonumun notlarını açtım normalde hep ingilizce klayve kullanmama rağmen türkçeyi açıp kalan yüzde 10 şarjımla denemeyi seçtim.

Benim için yazmak son 3-4 senedir hep iyi gelmiştir. Bir anın hissettirdiklerini fotoğrafını çekip altına öylesine döküveririm. Ayda yılda bir blogumu hatırlar oraya o an ne gelirse yazarım. Ama en çok en zor anlarda kağıda dökülürüm ne gelirse. Öyle olur ki yazımı kendim sonra dönüp okumakta zorlanırım. Bazense o yazdıklarımı dönüp okudukça neler yaşadığımı fark eder hisseder garip bir huzurlu dolarım.

Bu tatil için niyetlerimden biri de buydu, yazmayı denemek. Tabii ki düşündüm Murakami'nim Koşmasaydım Yazamazdım kitabından hatırladığım, onun o her gün yazamada bile aynı saat yazma niyeti ile oturuşu gibi, dedim en mükemmel an herhalde şöyle her gün belli bir saat balkonda oturayım yazlıkta durayım öyle yazarım diye hayal kurdum. Gel gör ki hayat yine sürpriz yapıp şu an getirdi yazma isteğini ve ben de gelene saygı duyup eyleme geçmeyi seçtim.

İşi bırakıp biraz ara verme biraz gezme niyetimde olduğumu duyan çevremdeki güzel insanlar bana bu yolu açtı tekrardan. Teşekkür ederim şimdiden. Paylaşmanın önemli olduğunu birbirimizden öğrenecek çok şeyimiz olduğunu hatırlattılar. Hakkaten de öyle değil mi? Aslında birbirimize nasıl bağlıyız da farkında değiliz. Birbirimize nasıl örnek oluyoruz, cesaret veriyoruz, ilham oluyoruz da farkında değiliz dimi? 

Biraz giriş yazısı gibi oldu sanırım :) emin değilim devamı gelse güzel olacak ama madem girdim bir yola gelişmeye geçmeden bu yola nasıl girdiğimi biraz anlatsam birşeyler paylaşmış olacağım sanırım :) 

Şarjım 4 e düştü, yanımdaki mobil şarjı takıp içimdeki hevesi yarıda bırakmama zamanı :) 

Yıl 2016, 30.yaşım. Hayallerimi gerçekleştirmek için birçok şey yapmışım. Coldplay konseri olsun, Sziget festivali olsun bol bol gezmek olsun, güzel bir Ironman 70.3 yarışı olsun, boğazı geçmek olsun, Maraton koşmak olsun, yin yogayı eğitmen olacak kadar öğrenmiş olmak olsun... yazınca bile garip oldum hepsi çok kıymetli hepsi çok anlamlıydı. Chicago dönüşü uçakta Truman Show u izledim tekrar. Sanki bir maraton koşup kafayı sınırları bir çıt daha zorlamamışım gibi, bir de üstüne film cila oldu. Yol zaten uzun düşünmek için zaman çok. Bir de bulutların üstünde olmanın bana hissettirdiği hep farklı bir duygu olmuştur: ilahi birşey. O yolculuğu hatırladığımda şunu hissediyorum ve içimde prosese başlayan şey şuydu: Başka türlüsü mümkün Nazlı... 

evet hayallerinin peşinden koştun Nazlı, yaptın ve bitti. Harcadın, tükettin ve bitti. Hepsi sana deneyim oldu Nazlı. Hem ruhsal hem fiziksel booolcaaa beslendin. Sınırları zorladın kendini şaşırttın. Bunların hepsi çok güzel. Ama fark ettin mi hala bu değil yani tam bu değil diyorsun? Chicago'da yarışta bütün yaptıklarının aslında işe yaradığını emeğinin karşılığını bir şekilde aldığını görmeden önce nasıl zihnini zorladığını herşeyi kontrol etmek istediğini fark ettin mi? Ya da önyargılarınla gittiğin bir yerde nasıl aslında herşeyin huzurlu olduğunu ve sana iyi geldiğini gördün mü? Herşeyin binanın betonun bile bir ruhu olduğunu keşfettin mi? Senin ruhuna olduğun ortamdan bu kadar uzağa gidince nelerin iyi gelmediğini de fark ettin mi bir de üzerine? O zaman Nazlı artık bir dur bir bak kalbine artık içine tam anlamıyla dönmeyi çabala anlamı aramayı niyet et ve bak bakalım ne var, dedi bana hayat.

Ve ben o gün bazen bilinçli bazen bilinçaltından sorgulamaya başladım işte. Bu değil olmuyor yine ne bilmiyorum ama başlamak için iyi bir nokta. 

Sonunda vardığım nokta hızlıca geçmek istedim şuan arası uzun ve zorlu bir süreç de olsa nedense orayı pas geçip şu ana gelesim var.  

1 ay sonra işi bırakıyorum, ara veriyorum. 2 ayrı bankaca 10 senelik bankacılık (7 sene hazine 3 sene eğitim) geçmişimden sonra ihtiyacımın bu olduğunu tanımladım ve peşinden gidiyorum. Biraz gezmek biraz durmak dinlenmek aramak anlamak fark etmek istiyorum. Ne kadar sürer nerelere giderim naparım tam net değil, zaten net olması isteğinde de değilim. Yola çıkıp yolda o anlarda olup yaşamayı deneyimlemek isteğim. Planım plansız olmak biraz. Her ay başı Gestalt eğitimim olduğu için 1 aylık git gellerim olacak ki fiziksel olarak belki daha iyi olur zaten olacak olan bu, beni rahatsız etmiyor kabulumdur :) sonrası Allah kerim derler ya tam olarak o. Bu benim hayal ettiğim birşey olur olmaz dert değil düşündüğüm hayal ettiğim gibi olur veya olmaz dert değil. Bunu hissederek hayal ederek karar verebilmek, azıcık cesaret edip hayal edebilmek bile o kadar kıymetli ve anlamlı ki insan buna tutunup yola çıkıyor yaşamaya devam ediyor.


Yani böyle işte derler ya :) öyle birşey.. yola çıkmadan önce dinlenirken bir giriş oldu bana da. Paylaşmak için yazarken aslında ilk kendimle kendimi tekrar paylaştım. İyi de oldu.. Chicago Maraton madalyamın arkasında yazdırdığım gibi umarım "this is just a beginning" :)